Mahmud Celaleddin Efendi

Mahmud Celaleddin Efendi Osmanlı hat san’atının altın çağına damga vurmuş hattâtîn meyânında, şüphesiz Mahmud Celâleddîn Efendi ilk sıralarda gelmektedir. Dağıstanlı Şeyh Muhammed Nakşibendî’nin oğlu olan Mahmud Celâleddîn’in velâdet tarihi ve Dağıstan’dan İstanbul’a ne vakit geldiği bilinmemektedir. Öte yandan bazı araştırmacılar tevellüdünün H. 1163/M. 1750 yılı dolaylarında olduğunu ve bir levhâsındaki imzada, babasının ismini Abdullah olarak beyân ettiğini ileri sürmektedirler. Mahmud Celaleddin Efendi

Babası ile beraber Eyüp Nişâncası’ndaki Şeyh Murâd-ı Buhârî Dergâhı’na yerleşen Mahmud Celâleddîn Efendi, hüsn-i hatta ziyâdesiyle alâkalı olduğundan, evvelâ dergâhın müdâvimlerinden olan “Ak Molla” nâmıyla ma’ruf Ömer Efendi’den aklâm-ı sitte dersleri almıştır. Ayrıca Eğrikapılı Hoca Râsim Efendi’nin tilmizlerinden Abdüllatîf Efendi’den de meşk almış olduğu rivâyete olunmaktadır. Hüsn-i hatta tekemmül için bilâhare Yamakzâde Sâlih Efendi’ye mürâcaat etmişse de, kimseye boyun eğmeyen karakteri ve son derece iddialı hâlleri nedeniyle reddedilmiş, daha sonra başvurduğu Konyalı ebû-Bekir Râşid Efendi’den de “İyi yazmak, çok yazmağa mütevakkıfdır!” cevabı ile geri çevrilmiştir.

Hattat Mahmud Celâleddîn Efendi Kimdir

Dönemin en ma’ruf hattatlarından aldığı red cevaplarından elem duymakla beraber, azminden bir şey kaybetmemiş ve kendi kendinin hocası olup Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman’ın eserlerinden faydalanarak kemâl-i gayret ile yazıda tekemmül eden Mahmud Celâleddîn Efendi hakkında, Hat ü Hattâtân’da, “Bunlara inâden kendi başına ol kadar sa’y ü ceyd ü cehd etmişdir ki, hüsn-i hatda bunların hepsini geçmişdir. Hattı, ta’rif ve tavsifden müstağnidir. Bu sûretde kimsenin hakikî şâkirdi sayılmaz.” deniyor.

Öte yandan Uğur Derman, arayış içindeki bu dönemde yazdığı yazılara “Mahmûdü’l-mevdûd” ketebesini düştüğünü nakletmektedir. Ancak kendi gayretiyle sülüs ve nesihte şahsına özgü bir tarz sahibi olan Mahmud Celâleddîn Efendi’nin bilhassa tabi’atındaki sertliği ve inatçı kişiliğini yansıtan bir keskinliğe sahip olan celî yazısı ile Türk hat san’atında müstesna bir yere sahiptir. Mu’asırı Mustafa Rakım Efendi’nin üslûbu yanında donuk ve katı kalan bu üslûp, tıpkı Ahmed Karahisârî’nin üslûbu gibi, hat san’atında nev’-i şahsına münhasır müstesna bir yere sahip olmakla beraber, birkaç halifesi ile sınırlı kalmış ve yürümemiştir.

Mahmud Celaleddin Edendi Hayatı

“Müntesibîn-i Hutut-ı İslâmiyye’den Mahmud Tâhir” imzası ile İkdâm Gazetesi’nin H. 3 Ramazân. 1325/R. 10 Teşrîn-i Evvel 1907 tarihli nüshâsında neşredilen makalede evsâfı ve hat san‘atındaki mevki’i hakkında deniliyor. En âdî bir işte vakar ve temkîn ile hareket eden Mahmud Celâleddîn Efendi’nin hâli, o zaman su’i-tefsîre uğramıştı. Kalemi parmaklarına râm edüb her harfinde bir başka letâfet ibrâz eden bu dâhide hod-gâmlıkdan ziyâde azm-i kat’î var idi. İşte bu azm-i kat’î, hod-binliğine atfolunmuşdur. Aharın delâlet ve vasıtası ile kesbedeceği kemâli, merhûm, bilâ-vasıta tahsîl eylediğinden bütün ömrünü. Yazı yazmağa hasredüp bu sa’y ü gayretin netîcesi olarak esâtize-i i’zâm sırasına dâhil olmak şerefini ihrâz etmekle beraber beyne’l-hattatîn nâm-dâr ve mümtaz olmuşdur. Her ne kadar hatt-ı celîyi Râkım derecesinde yazamamış. Kendine mahsus bir va’dide yazdığı yazılardaki şive ve dekayık insanı meftûn edecek derecededir.

Gerçekten de son derece kudretli bir ele sahip olan Mahmud Celâleddîn Efendi; Geleneksel yazı üslûplarında tekemmüle ulaşmasına imkân verecek. Bir eğitim alma şansı bulamadığı için, yeteneğinin elverdiği ölçüde, kendine mahsus bir şive geliştirmiştir. Bunun yerine, Şeyh Hamdullah ile başlayıp Hâfız Osmân ile olgunlaşan klasik yazı ekolünde ilerlemiş olsaydı. Osmanlı hat san‘atındaki zirve isimlerden biri olacağı şüphesizdi. Nitekim Ali Alparslan, hocası Necmeddîn Okyay’ın, “Mahmud Celâleddîn, aklâm-ı sittede klasik üslûbu tâkib etseydi, yeryüzünde ne Hâfız Osman’ın ne de Mustafa Râkım’ın adı kalırdı.” dediğini nakletmektedir.

Mahmud Celâleddîn Efendi Sanat Anlayışı

Nitekim klasik tarza bağlı olduğu nesih yazıdaki kudreti de bunu doğrulamaktadır. Ancak bilhassa sülüs ve celîsinde çok farklı bir yolda ilerleyerek, o zaman için pek de benimsenmeyen farklı bir ekol hâline gelen Mahmud Celâleddîn Efendi’nin üslûbu, eşi Esma İbret Hanım ile Mehmed Tâhir Efendi, Ömer Hüsâmeddîn Efendi, Hasan Râşid Efendi, İsmâ‘il Vehbî Efendi ve Mehmed Şerîf Efendi gibi birkaç tilmizi tarafından sürdürülmüştür. Öte yandan ondan ders görmemiş olmakla beraber, yazısına son derece büyük ilgi göstermiş olan Sultan Abdülmecîd sâyesinde, üslûbu onun saltanatı boyunca tüm hat san‘atında egemen olmuş, ancak onun da ölümünün ardından tamamen terkedilmiştir.

Herhangi bir me’muriyette görev almamış olan Mahmud Celâleddîn Efendi’ye, 1223 senesinin Zil-ka’de ayında(Aralık-1808) huzûr-ı hümâyûna takdîm eylediği levhâlar nedeniyle yevmî otuz sağ akçe tevcîh edilmiş olması, ma’işetini tümüyle yazıdan sağladığına delâlet etmektedir. Öte yandan yukarılarda bahsedilen makalede “kat’-ı merâtib ile Rumeli Kazaskeri olduğu” beyân edilmekteyse de, herhangi bir vesîka ile tasdîk olunamamaktadır.

Boğaziçi’nde İstavroz’daki (Beylerbeyi) hânesinde sofîyâne bir hayat sürdüğü anlaşılan Mahmud Celâleddîn Efendi’nin neredeyse tümüyle hüsn-i hatta hasretmiş olduğu ömrü H. 1245/M. 1829’da hitâm bulduğunda, ömrü boyunca müntesibîninden olduğu Eyüp Nişâncası’ndaki Şeyh Murâd-ı Buhârî Dergâhı’na defnedilmiştir.